Havadan, işten ve genel olarak birçok şeyden bunaldığınız gri günler vardır. Murphy’nin ensenizde sizi adım adım izlediği. Dur şunu bi’ allak bullak edeyim dediği. Öyle bir günün ortasında ahizenin ucundaki ses, “Hadi çık ofisten Ayvalığa gidelim. Ortunç’a” deyince normalde bahane üreten beynim kepenkleri çoktan indirmişti. Google’a yazmaya bile üşenerek, rotamız hakkında “güzel bir otel”den başka bir şey bilmediğim bir yolculuğa çıktık. Yol bizi Tabiat Parkı’nın içine, masmavi bir koyun kucağına getirdiğinde beklentiyi 0 tuttuğunda gelen 100’lük mutluluk piyangosu bana vurmuştu!
Hep konuşulur, sevgiyle yapılan iş kendini belli eder, bir farklı olur, enerjisini karşısındakine de geçirir. Ortunç’un hikâyesi bunun birebir örneği. Sene 1959. Otele adını veren Orhan Tunç, o zamanlar 21 yaşında. Ankara Devlet Opera Balesi’nde solist. Kamp yapmaktan müthiş zevk alıyor. Bir yaz kamp yaptığı yerde, ertesi yaz binaların yükseldiğini görünce kendi kendine bir söz veriyor: “Bir yer bulacağım. Kimsenin bozmasına izin vermeyeceğim.” Kampçı sözünü tutmak için ilk adımı operadaki arkadaşlarına borçlanarak aldığı araziyle atıyor. Ve 20 sene boyunca bıkmadan, usanmadan burayı adam etmek için çalışıyor. 1980’de Ortunç, 22 odasıyla kapılarını açıyor. Tatilden anladığı dinlenme olan, güneşlenirken klasik müzik, caz dinlemeyi seven misafirleri ağırlıyor. O zamanlarki halini resimlerden gördüğüm kadarıyla biliyorum, çünkü biz kaldığımızda otel ciddi bir renovasyondan geçmişti.
Ortunç, artık 4’ü suit 40 odayla, 4 mevsim hizmet veriyor. Odalarda aynanın içine gizlenmiş televizyon gibi teknolojik detaylara da yer var, müthiş kokulu zeytin sabunlarına da.
Bir de sabah kahvaltı dönüşü odanızda bulduğunuz papatyalar var ki... Bugüne kadar hiçbir complimentary beni böyle sevindirmemişti.
Otelin genelinde sade ve şık bir dekorasyon hakim.
Daha sonraki gidişimizden de anladığım kadarıyla otelin sahipleri lilyumu seviyor. Bunda Orhan Bey’in eşi Necla Hanım’ın parmağı olduğunu düşünüyorum.
Burayı daha çok sevmenizi sağlayacak diğer nedenlere gelince...
Muhteşem bir personel çalışıyor. Rahat etmeniz için ellerinden geleni yapıyorlar. Bahçelerinden topladıkları karabaş otundan yaptıkları çayı mutlaka içmenizi öneririm. Rengi neon yeşili;
Bu arkadaşın ise dibinden ayrılamayacağınıza eminim. Anlattıklarıyla sizi kendine bağlayacak;
Sabah kahvaltısı yöresel çeşit çeşit peynirler, ev yapımı poğaçalar ve zeytinlerin el ele verdiği upuzun bir masada servis ediliyor. Akşam yemeğindeki zeytinyağlıların lezzeti ise anlatılmaz, tadılır. Yemeklerin lezzet sırrı; sebzelerin ve zeytinyağının ailenin Dikili’deki 200 dönüm çiftliğinde üretilmesi.
and mag’ın bütün sayılarının da dinlenme köşelerinde olması başka bir sevindirici haber.
Bizim gibi gece canı okey oynamak isteyenlere de hizmette sınır yok!
Otelde kalmasanız da plajına dışarıdan girebiliyorsunuz. Kendileri Kuzey Ege’de ilk mavi bayraklı plaj olma hakkının sahibi. Yeter ki burayı gidin, görün.